Girişimci ruh, kalıpların dışına çıkmak, kutuyu parçalamak, büyük resmi görebilmek… Bu tanımları çoğaltmak mümkün.
Bazı şeylere herkesten farklı yaklaşmak, sürekli olarak nasıl “daha iyi” yapılacağı üzerine uzun uzadıya düşünmek, başkalarının göremediği potansiyelleri fark etmek ve “işlerin olduğu gibi kalmasını” kabullenememek gibi belirtiler gösteriyor musun?
Eğer bunlar sana yabancı gelmiyorsa demek ki sen de bir tasarımcısın! 😌
Problemleri çözmekten, yeni şeyler tasarlamaktan ve mümkün olanın sınırlarını zorlamaktan kendini alamıyorsun.
Tasarımcılar, Cal Newport’un “Yeni Ekonomi” olarak adlandırdığı alanda kritik bir role sahip. Ancak başarılı olmak için kalıpların dışında düşünmek, tek başına yeterli değil. Aynı zamanda hızlı bir şekilde yeni şeyler öğrenebilmen ve bunları en üst seviyede uygulayabilmen gerekiyor.
“Yeni Ekonomide Başarılı Olmak İçin Gereken İki Temel Beceri:
1. Zor alanlarda hızlıca ustalaşabilme.
2. Hem kalite hem de hız açısından üst düzeyde üretim yapabilme.”
– Cal Newport
Bunu başarabilmek için, kurulu düzenin sınırları içinde çalışan insanlardan farklı düşünmen gerekiyor. Daha iyi tasarlamayı öğrenmeli ve bu tasarımı gerçek dünyaya taşımalısın.
Kendini bildin bileli bir tasarımcı olabilir, hatta bu işte çok da iyi olabilirsin. İstenen her şeyi eksiksiz ve harika bir şekilde teslim etmene rağmen başarısız, aksine tam olarak hakkını vermemene rağmen başarılı olduğun zamanlar olmuş olabilir. Bu tip durumların kafanı karıştırabileceğini farkındayız. Neyi doğru, neyi yanlış yaptığını bilmiyor veya genel olarak konuya nasıl yaklaşman gerektiğine dair bir yol haritasına henüz sahip olmamış olabilirsin. Kafandaki bazı soruların yanıtsız kalması oldukça doğal. Bu yazımızda, fikirleri hayata geçirmeye çalışırken karşılaşabileceğin dört genel hatadan bahsedeceğiz.
Soruna değil çözüme odaklanmak
İçgüdüsel olarak bir sorunu çözüp buna yönelik bir şey inşa etmeyi ve ardından bunu ihtiyacı olan insanlara ulaştırmayı başarı olarak görüyor olabilirsin. Ancak hayatı değiştiren, yinelemeli tasarım (iterative design) bu şekilde çalışmıyor.
Bir soruna yönelik çözüm ararken, tasarıma ayırdığın süre probleme ayırdığından daha fazla olabilir. Çözüm seni o kadar heyecanlandırıyor ki sorunu keşfedip derinlemesine inecek kadar vakit harcamıyor olabilirsin. Eğer gerçekten birileri için bir problem çözmek istiyorsan, onların neye ihtiyacı olduğunu dinlemeli ve aynı sektördeki diğer kişilerin neler yaptığını, konuya nasıl yaklaştığını incelemelisin. Ardından bunların her ikisini de sürekli bir geri bildirim döngüsü içinde tekrarlamalısın.
Bu süreç en iyi şekilde, aklında soruna yönelik hiçbir çözüm olmadığında çalışıyor. Eğer halihazırda bir çözüm belirlemişsen, pazar araştırman bu teorik çözüm tarafından şekillendirilecek ve bunun etkisi altında kalmış olacak. Dolayısıyla, hedef kitlenin karşı karşıya olduğu gerçek sorunları anlamak için konunun özüne yeterince inemeyecek ve merakını canlı tutamayacaksın.
Tabii ki bir noktada, çözüme doğru ilerlemeye başlamak zorundasın, ancak bilmelisin ki, soruna odaklanma aşamasında ne kadar uzun süre kalırsan o kadar iyi. Sorunu tanımlamayı bitirdiğini düşündüğünde, devam etmeden önce birkaç müşteri görüşmesi daha yapmak için kendini zorlayabilirsin. Sorun hakkında daha fazla şey öğrenirken kendini yinelemeye açık bırakarak tasarlarken bile merak duymaya devam etmelisin.
Başarısız olmaktan korkmak
Sonsuza kadar fikir aşamasında kalamazsın. Bir noktada, sorun hakkında daha fazla şey öğrenmeye devam edeceğini ve yol boyunca daha iyi çözümler düşünebileceğini kabul etmen gerekiyor.
Büyük resmi görebilen birçok kişi, fikir üretmede her ne kadar harika olsa da, sadece tek bir fikri seçip bütün zaman ve enerjisini onu inşa etmeye ayırma tuzağına düşüyor. Bu eğilim, birçok harika fikrin hiçbir zaman piyasada test edilme şansı bile bulmadan yok olmasına neden oluyor. Bu tuzak aynı zamanda daha kötü çözümlere de yol açıyor. Çünkü temelde, bir şeyi inşa ederken öğreniyoruz. Fikirlerini piyasaya sürüp hayata geçirmek istiyorsan, gerekli deneme yanılma yöntemlerini kullanmalı ve bunlar sayesinde daha iyi çözümler elde edebileceğinin farkında olmalısın. Hata yapmaktan çekinme!
Mükemmeliyetçi bir yapın varsa %100 güven duymadığın bir şeyi yayınlamama eğiliminde olabilirsin. Fakat açıkçası, tam olarak emin olman zaten mümkün değil. Tasarım, her zaman geliştirilebilir ve üzerine eklenebilir bir yapıya sahip. Bir şeye çok uzun süre odaklı kalmak, bir zaman sonra görüş alanını daraltmaya ve tarafsızlığını yitirmene sebep oluyor. Dolayısıyla tasarımında geliştirilmesi gereken alanlar varsa bunu ancak sonuç ürününü teslim etmeden önce ön bir teslim yapıp insanlarla paylaştığın zaman fark edeceksin.
Ön teslimden önce başarısız olmaktan korkmamalısın. Sonuçta, ihtiyaç olduğu durumda revize edebilirsin. Ayrıca her gün başarısız olan bir sürü iş görüyoruz ve evet, bu senin de başına gelebilir. Bazen işler sarpa sarabilir, tıkanabilir ve ilerleme kaydedemeyebilirsin. Bu tip durumlarda ısrarcı olmaktansa yeni bir şeyler denemek çok daha sağlıklı. Yine de, bazı sebepler nedeniyle temelde kendimizi bunu yapmaya ikna edemiyoruz. 1972 yılında Amos Tversky ve Daniel Kahneman tarafından popülerleştirilen bu eğilime “batık maliyet yanılgısı” deniyor. Batık maliyet yanılgısı (sunken cost fallacy) bir şeyin zarar ettiğini bilmemize rağmen ondan kopamama durumunu ifade ediyor. Sonuçta, ayırdığın bunca zaman, para ve enerjinin – yani yaptığın tüm yatırımın – elinden kayıp gitmesini istemiyor ve körü körüne ona tutunmaya çalışıyorsun.
Bir fikre kanını, terini ve gözyaşını akıttığında ve bir de üstüne işe yaramadığını fark ettiğinde, bırak o fikri bir kenara ayırıp yeni bir şeye sıfırdan başlamayı, mevcudu yeniden tasarlamaya girişmek bile oldukça zor, farkındayız. Fakat, içindeki sesin bırakma zamanı geldiğinde seninle konuştuğunu biliyoruz. Tavsiyemiz bu sese kulak vermen ve yok yere bir fikre saplanmayı bırakman.
Çizgisel düşünmek
“Batı” toplumu pek çok şeyi çizgisel olarak düşünmeyi seviyor – zaman, kariyer basamakları, proje aşamaları vb. Herhangi bir süreç, basamaklardan oluşuyor ve bu basamakları sırayla takip ederek sona ulaşıyor ve “tamamlamış” hissediyoruz. Tasarımı çizgisel bir süreç olarak ele alırsan, çözümleri dünyanın sürekli değişen ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde uyarlayamazsın. Aynı zamanda yeteneklerin, becerilerin veya kapasiten gibi bireysel bağlamın değiştikçe de değişmesine izin veremezsin.
Bu çizgisel zihniyet, tasarımları çevik ve uyumlu hale getirmekten çıkarıyor ve tasarım sürecinden alınacak keyfi ortadan kaldırıyor. Eğer sonuç ürünü hedef olarak görürsen, seni oraya ulaştıracak diğer tüm aşamaları atlamış olursun. Tasarımı bir “varış noktası” haline getirmek yerine bitmeyen bir yolculuk olarak görmelisin. Tasarımda keyif veren, bir çözüme ulaşmış olmak değil sorunu çözme sürecinden geçiyor. Sorun çözüldüğünde, eğlence de sona eriyor. Eğer tasarımı çizgisel olmayan bir süreç olarak görürsen çözmeye, yinelemeye ve öğrenmeye devam edebilirsin.
Fikirlerin “sahibi” olduğunu sanmak
Devrim niteliğindeki çığır açan tasarımlar, başkalarıyla birlikte yapıldığında en iyi sonucu veriyor. İster bir tasarım ortağı, ister pazar araştırması sırasında konuştuğun kişiler veya okuduğun kitap ve makaleler olsun (mümkünse hepsi), oyunu değiştirecek bir şey tasarlamanın tek yolu başkalarının fikirlerini dinlemekten geçiyor.
Kapitalizm, kimseden en küçük bir yardım bile almadan yalnızca kendi başımıza fikirler üretmemizi ve ardından bunları diğer herkesten korumamız gerektiğini hissettiren bir kıtlık ve koruyuculuk duygusu yaratıyor. Biriyle iş birliği yaparken fikrinin “çalınma” riski elbet mümkün. Fakat yalnız çalışmaktan çok daha fazlasını birlikte çalışarak yaratabilirsin. Başkalarıyla iş birliği yapmayarak aldığını risk, emin ol ki iş birliği yaparak aldığından çok daha fazla.
Ayrıca, fikrinin “benzersiz” veya “sana ait” olmadığını da kabul etmelisin. Fikirlerimiz, başkalarının fikirlerinin ve kendi deneyimlerimizin bir bileşimidir; yani benzersiz olan fikir değil, onu dünyaya nasıl taşıdığın. Fikre “sahip olma” düşüncesini bıraktığında, kattığın yorum üzerinde sahiplik hissetme özgürlüğüne kavuşacaksın!
Tasarımcılar sürekli olarak yeni bir şeyler üretmeye, sorunu farklı bir şekilde çözmeye ve ardından bunu en çok ihtiyaç duyan insanlara ulaştırmaya çalışıyor (ve bu süreçte biraz para kazanmayı umuyorlar). Tasarımcılar -evet sen- toplumu ileriye taşıyorlar. Bu işi iyi yapabilmek için beynini, sonuç ürün yerine sürece değer vermeye, merakını canlı tutmaya ve anın tadını çıkarmaya yeniden programlaman gerekiyor. Tasarım sürecini bu biçimde ele almak, sadece daha iyi çözümler yaratmana yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda daha mutlu bir tasarımcı olmanı da sağlıyor.